25 Ocak 2013 Cuma


nasıl bir his bu? anlam veremediğim, açıklayamadığım ve artık geçmeyeceğine kendimi inandırdığım için bütün ömrümü kaplamanın arifesinde olan bir his. nasıl olur bu? nasıl olur da onca yaşananlara ve yıllara inat sanki panzerihi bulunamayan bir mikrop gibi öylece olduğu yerde durmaya devam edebilir? halbuki çok uğraşmıştım ben. hani ne diyorduk kendi kendimize bir kez daha tekrar edelim:  ‘’o köprünün altından çok sular aktı. dönüş bileti yok, gemiler bile yakıldı artık. ben mi? bunca zamandan sonra? yok canım…’’ lar, falanlar, filanlar… hangi marka çamaşır suyu kullanırsan kullan silinmez bazı izler. ‘’peki ne yapalım doktor bey?’’ yaşayalım. sadece ve öylece, gelişine yaşayalım.


yalnızca 24 saat geçti aradan. 24 saat önce kalbim kalbine en yakın olabileceği noktada idi. tek seanslık sinema bileti gibi. hani olur ya bilmemne gezegeninin dünyaya en yakın olduğu an. işte öyle sıradışı, öyle heyecan verici, öyle ürkütücü. iyi ve kötünün, güzelle çirkinin bir bedende birleşmesi gibi sanki bu his. hem çok güzel, hem çok korkutucu... mutluluk veren bir his, çikolata gibi ama aynı zamanda acı, bitter çikolata gibi adeta.


Bir insanın her kelamı nasıl böyle kalıcı olabilir? nasıl yankılanır zihinde durmaksızın? düşünmesi mutlu ederken, yaşaması neden acı veriyor? bu nasıl ceza? yıllar sonra değmediğini anlayan bir adam, yanlış zaman, yanlış mekan… elinde kalan sade ve sadece sahte okey. bu nasıl bir oyun? her şeye rağmen aklımda bir replik hala ‘’dünya yuvarlaktır ve bir yerlerde kaybettiklerimiz tekrar karşımıza çıkacaktır.’’ kim bilir? vedalaşırken unutulan bir söz yinelenir dudaklarda tüm saflığıyla…

-sıkı giyin, üşüme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder